4 Ekim 2015 Pazar

KANLI KONTES'İN HİKAYESİ

ELİZABETH BATHORY

         Biz kadınların istediğini alamadığında neler yapabileceğini siz beyler tahmin bile edemezsiniz. Belki hepimiz bu kadar azimli, kararlı değiliz ama çoğumuz inanın böyledir. Bu yüzden "kadınlar ile başa çıkmak zor" der belki de erkekler. Haksız da sayılmazlar. :) 
      Bir gün bir arkadaşım bana "kadınların hepsinin içinde şeytan vardır, kimi kullanır, kimi kullanmaz. Ama hepsinin içinde şeytan yatar." demişti. Haksız değil sanırım, burayı yoruma açık bırakıyorum. Hatta ben de bir karikatürde görmüştüm, şeytan kadını görüp, üstat hoşgeldin, diyordu. :) Bunlar işin esprisi tabii insan istediği şey için savaşmalı evet, ama bunu kötülükle ve birine zarar vererek yapmamalı asla.

   Hepimiz biliyoruz ki kadınların tatlı rekabetleri dışında, istediğini alamadığında ne kadar kötü olabileceğine dair maalesef ciddi şekilde kötü örnekler mevcut tarihte. Sanırım bunlardan en iyi bildiğimiz de "Hürrem Sultan" idi. Koskoca padişah Kanuni Sultan Süleyman'ı nasıl parmağında oynattığına dair her şeyi hepimiz tarihte okuduk.Yine böyle istediğini alamadığında bambaşka bir insana dönüşmüş olan bir kadının hikayesini yazacağım size, gerçekten hikayesi hem tüyler ürpertici, hem ilgi çekici. Ve o kadın "Elizabeth Bathory". 



     Macaristan Krallığı’nın en ünlü soylu ailelerinden biri olan Bathory ailesinden gelen Kontes Elizabeth Bathory, tarihin en kötü şöhretli kadınları listesinde kuşkusuz ilk sıralarda yer alıyor. Bathory, 54 yıllık yaşamı boyunca işlediği korkunç cinayetler nedeniyle de dünyanın en ünlü kadın seri katili unvanını taşıyor. 15 yaşındayken evlendirildiği kocası Ferenc Nádasdy’nin ölümünden sonra suç ortağı hizmetçileriyle birlikte yüzlerce (söylentiye göre 650) genç kızın işkence edilerek öldürülmesinden sorumlu tutulan Bathory, ömrünün kalan 4 yılını kendi şatosu olan Csejte’de küçük bir odaya hapsolmuş bir şekilde geçirdi. Cinayetleri bizzat işlettiği yardımcıları korkunç cezalar alırken Bathory bir soylu olduğu için ne yargı önüne çıkartılmış ne de söz konusu suçlardan hüküm giymiştir. Öte yandan Csejte şatosunda kapısı tuğlalara örülen bir odada unutulmaya terk edilen kontesin adını anmak bile yasaklanmıştır. Bathory’nin gençliğini koruyabilmek amacıyla bakire kızların kanlarıyla banyo yaptığı söylentileri onun uzak bir akrabası sayılabilecek Wallachia prensi Vlad Tepeş gibi bir vampir olduğuna inanılmasına yol açmıştır.
       Macarca ismiyle Erzsébeth Báthory, 1560 yılında doğdu ve çocukluğunu Ecsed şatosunda geçirdi. Macaristan’ın Osmanlılar ve Avusturyalılarla gerçekleştirdiği savaşların yaşandığı bu dönemde Bathory Latince, Almanca ve Yunanca dillerini iyi derecede bilen bir Protestan genç kız olarak yetiştirilmişti. Acımasızlığıyla şöhret kazanan kuzeni Transilvanya prensi Stephen gibi Elizabeth de çocukluğundan itibaren ani öfke nöbetleri geçirmekteydi. Araştırmacılar bunun aileden gelen genetik bir bozukluk olduğuna ve Bathory’nin epilepsi hastası olma ihtimaline inanıyor. Günümüzdeki tarih uzmanları ve psikiyatrlar Bathory’nin aynı zamanda cinsel kimlik bozukluğuna da sahip olduğunu belirtiyorlar. Henüz 14 yaşındayken hamile kalan Elizabeth, söylenene göre kadın ya da erkek istediği herkesle birlikte olabilmekteydi. Öte yandan Bathory’nin kimi akrabalarının da sicili pek parlak değildi. Halasının lezbiyen bir cadı, amcasının şeytana tapan bir simyacı ve erkek kardeşinin ise birlikte yalnız kalınmaktan korkulan bir cinsi sapık olarak tanınması Bathory’nin çevresinde öyküneceği yeterince kötü örnek olduğunu gösteriyor. Öte yandan çocukluğundan beri Elizabeth’le ilgilenen bakıcısının da kara büyüyle uğraşan ve ayinlerinde küçük çocukları kurban etmekten çekinmeyen biri olduğunu da eklersek Bathory’nin bu durumda bir seri katile dönüşmemesi neredeyse imkansızdı. Elizabeth, evlendikten sonra kocasının evlilik hediyesi olan Csejte şatosuna yerleşti. Şato etrafındaki birbirine bitişik 17 köy ve tarım arazileriyle çevriliydi ve Küçük Karpat dağlarının kayalıkları üzerinde yükseliyordu. Kocasının sürekli savaşta ve evden uzakta oluşu Bathory’i ticari ve politik konularla ilgilenmek zorunda bırakmıştı. Tarihçilere göre Bathory bu konuda da oldukça başarılıydı. Öte yandan Bathory güzelliğiyle övünmek, aynalar karşısında zaman geçirmek ve günde neredeyse beş defa kıyafet değiştirmekten de geri kalmıyordu. Bathory’nin babasından ve kocasından öğrendiği acımasızlığı sarayındaki hizmetçilere göstermesi ise en sıradan uğraşıydı. Yaşlanmaya başladığını düşündüğü andan itibaren cildini yenileyebilmek için kendini farklı büyülerle uğraşmaya verdiği de biliniyor.
Öte yandan Bathory’nin bölgedeki savaşta çaresiz kadınların koruyuculuğunu üstelendiği söylentileri de var. Örneğin Bathory, kocası Osmanlıların eline esir düşen bir kadın ya da kızı tecavüze uğrayıp hamile bırakılan bir kadın için politik hünerlerini sergilemekten çekinmemişti. Diğer yandan şatosunun bir bölümünde istemeden hamile kadınların çocuklarının düşürüldüğü de biliniyor. Bathory bunları kuşkusuz daha fazla genç kızı öldürebilmek için yaptığı düşünülüyor. Önceleri sadece köylü kızlarını katlederken kocasının ölümünden sonra artan kan arzusu bu seri katilin soyluların kızlarına da göz dikmesini sağlıyor. Böylece görgü ve terbiye öğrenmeleri için sarayına kabul ettiği kızların tamamı sırra kadem basıyor. Öte yandan bölgedeki kız kaçırma olayları da artıyor. Saray çevresindeki dedikodular ayyuka çıktığında kralın emriyle görevlendirilen György Thurzó şatoya incelemeye geliyor ve yaklaşık 300 kişilik bir tanık ordusu dinlendikten sonra korkunç gerçekle yüzleşiyor. Kralın Bathroy’nin kocasına olan borcu nedeniyle eyleme geçtiği ve böylece Bathory’den kurtulmak istediği de bir başka korkunç gerçekti. Bugüne dek Elizabeth’in suçsuzluğunu savunanlar krallık tarafından gerçekleştirilen bir komploya kurban gittiği ve bir Protestan olmanın cezasını çektiğini öne sürüyor. Elizabeth Bathory, özellikle kocasının ölümünün ardından işkence yöntemlerini giderek artırmıştı. Psikologlar Bathory’nin yaşlandıkça artan akıl hastalığının bu dönemde iyice kötüleştiğini iddia ediyorlar. . Bathory, bir seri katil olarak çok da becerikli sayılmazdı, bir asil olmasının avantajlarını sonuna kadar kullanmış fakat işlediği cinayetlerin üzerini örtmek konusunda da yeterince titiz davranmamıştır. Tüm bu imtiyaz ona sadece mahkeme aşamasında yaramıştır, yargılanmadan doğruca kendi şatosunda müebbet hapse konulmuştur. Öte yandan kralın Bathory'e borcunu ödemesine gerek kalmadığı hükmüne de varılmıştır.
Bathory, Csejte şatosunda ölü bulunduğunda odasında el sürülmemiş pek çok kap yemek bulunuyordu, bu nedenle tam ölüm tarihi bilinemiyor. Önce Csejte kilisesinin bahçesine gömülen cesedi Csejte’li köylülerin ayaklanması sonucu Ecsed’deki Bathory aile kabristanına defnedilmek üzere buradan taşınmıştır. Kontes Bathory denince aklımıza gelen kan banyosunun bu efsaneye sonradan eklendiğini de belirtelim. Bathory aleyhine ifade veren tanıklardan hiçbiri bir kan banyosundan söz etmediği ve bunun sadece Transilvanya vampir inanışıyla alakalı olarak uydurulmuş olduğu bilinmektedir.  
           Bathory’nin hikayesinden esinlenilerek "KANLI KONTES" filmi yapılmıştır. 2008 yılında seyirciyle buluşan filmin başrollerini ,n,,, paylaşmış ve seyirciden tam not almıştır.

      Ayrıca Elizabeth Bathory'nin figürleri yapılmış ve şuan günümüzde nadir bulunan parçalar arasındadır. Koleksiyoncuların favori parçaları arasındadır, bu figür. 

    Bu hikaye bütün hemcinslerime ibret olsun, kötülük yapan kötülük bulur... Biz kadınlar istediklerimizi alamadığımızda bazen çirkinleşebiliyoruz ama bu hikayede anlatılan kadın kadar asla olmayın sevgili hemcinslerim. Bu hikaye hem ibret verici hem ilgi çekici olduğu için yazmak istedim. Kimse bu kadar cani olmamalı ne kadın ne erkek... Evet istediğiniz şey için savaşın ama vahşeti ve birine zarar vermeyi asla seçmeyin.
                                              Sevgilerimle 
                                         DUYGU ERGOVAN
KAYNAKLAR: Vikipedi, Sinemalar.com. 

11 Eylül 2015 Cuma

"HİKAYESİNİ TAHMİN ETME" OYUNU



   Çocukluğumdan beri canım sıkkın olup, işler kötü gittiğinde olayları kafama takıp, büyütme huyum çok vardır. Bir de tek başıma kaldıysam düşünür, düşünür, düşünür... Kafam patlayana kadar düşünür, hayatı kendime zehir ederim. Sanki dünyada herkes mutlu bir tek ben mutsuzum bir tek benim problemim varmış gibi. 

    Baktım bu huyumdan vazgeçemedim ve o an olan olaya da çözüm bulamıyorsam, fazla düşünüp, hayatı kendime zehir etmektense ben de kendime bir oyun geliştirdim. "Acaba onun hayatı nasıl?" oyunu. 

    "Başkaların hayatlarını düşünmek"  üzerine kurduğum bu oyun. Başka insanların şu an ne yaptığıyla ilgili, önce hayatımdaki insanları düşünürdüm " O, şuan ne yapıyor acaba?"  
uyuyor mu? biriyle mi beraber? kavga mı ediyor? geziyor mu? mutsuz mu? mutlu mu?....
Evde tek başıma olunca bunları düşünüp, hayal edip biraz olsun kendi derdimden uzaklaşırdım. 

     Evde olmadığım zamanlarda ise yolda, otobüste o an her nerede isem, herkesin hikayesini merak eder, tahmin etmeye çalışırdım. Bu oyun daha zevkli gelirdi bana, hiç tanımadığım kişilerin hikayelerini tahmin etmek... " Bu kişi çok yorgun gözüküyor, şu kadın bence şuan çok mutlu, şu teyzeye bak kim bilir neler yaşadı..."  böylece aklımdaki bütün sıkıntıları unuturdum. Başka insanlara, olaylara kendimi vererek, düşünerek, tahmin etmeye çalışarak....

    Sanırım bu oyun, bana sıkıntılarımı bir nebze olsun unutturup, fazla düşünüp,abartmamayı öğretti. Ama her zaman o kadar kolay değil tabi, aslında sıkıntılardan kaçmak da pek doğru da değil ya neyse. Arada kaçmak iyi gelir insana :) 

   Ben yine de herkesin hikayesini merak edeceğim, sahi senin hikayen ne? :) 

15 Mayıs 2015 Cuma

ÖLMEDEN ÖNCE KENDİN İÇİN BİR ŞEYLER YAP!

   
   Ölüm, bizi ne zaman bulacak, hangi anımızda yakalayacak kim bilir? Bir dakika sonramızın garantisi var mı sizce?

    Bir gün durup düşünürken bir şey fark ettim. Aslında hayatta yapmak istediğim o kadar çok şey var ki... Evet tabi ki de çok fazla şey de yaptım, kendimi mutlu edecek, ama farklı sadece bana ait olan, kendimi şımartmak istediğim bir dünya şey. 

  Bir kaç kişiden duyduğum "Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi" önceden bana çok tuhaf gelirdi. Belki de saçma bulurdum. Yaşım ilerlediği için midir? ya da yapmak istediğim çok şey olduğunu fark ettiğimden midir? bilmiyorum ama böyle bir listeye hepimizin sahip olması gerekir bence. Ve listemizde yazan her şeyi yapmak için çabalamak gerekir, kesinlikle.

    Hayat kısa inanın çok kısa. Hiç birimizin garantisi yok, bir saniyemiz bile çok değerli bence. O yüzden hayat sadece şikayet ederek, yapamadıklarımızdan ya da olumsuz giden şeylerden yakınarak geçirmek için çok kısa.

   Sıkıntılar, hayal kırıklıkları, sorunlar, çözülmeyen şeyler... vb. daha bir sürü şey illa ki olacaktır, bunlar da hayatın bir parçası değil mi? Ama bunlara odaklanıp, sadece şikayet edip, hayatı durdurmakta kendinize haksızlık bence. Çözmek için çaba göstermek,sorunlarınla yüzleşmek bunlarda olması gerekenler, tabi ki de savaşmak gerek ama bir şey de olmuyor ise onun için karalar bağlayıp, "hayatı durdurmak" işte yanlış olan bu. 

   Sizce de bir yerden başlamak gerekmez mi? Sıkıntılar, sorunlar her zaman olacaktır. Sen elinden geleni yaptıktan sonra, bugünü yaşamaya başlarsan ve en önemlisi kendini şımartmayı bilirsen hayatın tadına varmaya başlayacaksın demektir. 

   Ben listemi hazırlamaya başladım bile, hiç bir şey için geç değildir. Önce listeyi yaparak bir başlangıç sonra da listedekileri yapmak, onlar için gayret göstermek ayrı bir güzellik olacak bence. Kısacası ben " Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi" hazırladım kendime. Ve şimdi onları gerçekleştirmek için çabalama sırası. Peki ya sen? Neler var listede?  Yoksa hala hayatını durdurup bekleyenlerden misin? Karar senin, seçim senin... Ama bence hadi gel bir yerden başla... :)

DUYGU ERGOVAN
    

23 Nisan 2015 Perşembe

23 NİSAN HİKAYESİ...

     
23 NİSAN NEŞE DOLAMIYOR BAZEN İNSAN...

   Bugün Taksim'e gitmek için metroya bindim... Benden sonra elinde tartı aletiyle bir çocuk bindi, her çocuk güzeldir ama bu çocuk dünya güzeliydi. Taksim durağına geldik ve birlikte indik.
-Abla Taksim Meydanı'na nasıl çıkarım dedi? 
-Gel ablacım ben de oraya gidiyorum dedim. 

Sohbet etmek ister gibiydi, nasıl güzel bakıyordu. Sohbet ettik, birlikte yürüdük, Taksim Meydanına çıkan o uzun metro çıkışını. 


O anlattı ben duygulandım, ağlamamak için zor tuttum kendimi. 

Annesi de babası da hastaydı ve o çalışıp kardeşlerine, anne ve babasına bakmak zorundaydı... İlk okuldaydı daha Allah'tan okulunu bırakmamıştı ve Akciğer doktoru olmak istiyordu :) Sohbet seven bu küçük çocuk hikayesini anlattı ve hayatın ne kadar zor olduğunu bir kez daha kanıtladı. "Bugün 23 Nisan okulunda kutlamalar yok mu?" dediğimde... Utandı, gözleri doldu... "Var ablacım hatta ben şarkı söyleyecektim ama çalışmam gerek" dedi. Hani hayata küfretmek istediğimiz zamanlar olur ya işte tam da öyle bir zamandı benim için. Sen utanma güzel çocuk, kader utansın, seni bu yaşta çalışmak mecburiyetinde bırakan kader !!!

"Sana yemek ısmarlayayım?" dedim, kabul etmedi. "Bari gel bir çikolata alayım." dedim. Cebindeki çikolataları çıkardı, belli ki biri benden önce almıştı. " Yok ablacım ben sana verim benim çok var." dedi. Gülümsedim ve teşekkür ettim. Gözü de karnı gibi toktu güzel yürekli çocuğun... 

"Bir gün paramı biriktirdim evime giderken yolumu kestiler, bıçak çekip bütün paramı aldılar ablacım biliyor musun? Çok korktum verdim bütün paramı, şimdi büyük paraları çorabımın içinde saklıyorum, küçük paraları cebime koyuyorum. " diye başına gelen olayı anlattı  bu dünyalar tatlısı ufak çocuk. Bir de başına böyle bir olay gelmişti maalesef, dünya bu kadar kötü kalpli insanlarla da dolu işte... 

Kendine dikkat edeceğine ve okuyacağına söz aldım, ayrıldık. O çalışmaya, ben arkadaşımın yanına...

Gerçekten hayat çok acımasız, nelere her gün üzülüp, ağlıyoruz. Şu eksik, yok bunu alamadım yok bu gün bu trip attı... Bugün anladım ki hayatın gerçeği bizim yaşadığımız ufak tefek şeyler değilde, bu çocuk... 

Nasıl güzel bir dersti benim için, hem üzüldüm hem de kendime pay çıkardım. "Saçma sapan şeyleri dert edinme Duygu, şükret."  Bence bu yazıyı okuyan sizlerde ders çıkartın. Hayat evet zor ama bence o ufacık çocuk için daha da zor, bunu aklınıza getirin.

Ne o güzel yüzünü ne de hikayeni hiç unutmayacağım çocuk...


DUYGU ERGOVAN



24 Şubat 2015 Salı

“Sevdim de vermediler” ağlaşması değil “Ben seni hiç sevmedim” yalanı

Tango; Aşkın ve tutkunun dansı… Tangoyu sadece dans olarak düşünmek ona haksızlık olur sanırım. O içinde aşk, öfke, kin, nefret, hırs bütün duyguları barındırır.

Tangoyu yapıyor olmak ya da bilmek yetmez her dans gibi onu da hissetmek gerek, tangoya başlandığınız an tüm düşüncelerinizden arınmalısınız, kafanızdaki her şeyi yok etmelisiniz, o an o orda sadece siz ve partneriniz olmalı. Hissetmek ve yaşamak gerek…
Tıpkı “aşk” gibi. Aşk içinde nasıl tün duyguları barındırıyorsa tango da aynen öyledir, onu hissetmek hatta yaşamak gerekir. Tango yaparken etraftaki her şeyi silin yok edin sadece orda siz varmışçasına yapın ki içine girebilirsiniz böylece de tam olarak odaklanmış olursunuz.



Tango için denilmiş ki;  “ele geçirilemeyenler arasında sessiz bir kavga... Beraber bir tuzağın koynuna düşmeyi çok isteyen ve bunu ilk kimin söyleyeceğini yoklayan bir kadınla bir adamın dansı... Çok korkan belli etmeyen iki kişinin birbirine meydan okuyuşu” “Sevdim de vermediler” ağlaşması değil “Ben seni hiç sevmedim” yalanı. Kim önce dökülecek kim önce teslim olacak sınanması.
Erkek kadına tuzaklar kurar. Kadın da o tuzaktan kurtulmaya çalışır. TANGO budur.
Tango’nun içinde tüm duygular olduğu gibi moda da vardır, aşkın rengi kırmızı olduğuna göre tango kıyafetlerinin rengi de genel olarak kırmızıdır, bayanlar onu tercih ederler ya da belki nefret, ihtirasın rengi siyahtır tercihleri, yani kıyafetlerde o anki ruh halini yansıtır.

Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi Tango içinde her şeyi barındırır, tango demek yaşamın ta kendisi demek. O halde gözlerinizi kapatın bilmenize gerek yok, partnere gerek yok sadece bir an hissedin, açın müziği ve yaşayın tangoyu. Yaşadığınız an kopamayacaksınız, sizin için aşkın tam kendisi olacak emin olun.



ERDEM KINAY RÖPORTAJ

“Müzik son derece de özgündür. Kuralları çiğnerseniz ceza gelmez.”

Müzik sektörüne girmenizde etkili olan temel unsurlar nelerdir?
Müzik benim yaradılışımda 
mevcut bir kavram. Bu yüzden aksi bir meslek düşünemiyorum bile.

Ailede sanatla uğraşan, sizi bu anlamda yönlendiren birileri oldu mu?
Ailede başka müzikle uğraşan yok ama yetenekleri var. Müziğe olan ilgim ailem tarafından çok küçük yaslarda fark edildi ve ciddi bir eğitim almak üzere yönlendirildim. Bugünkü başarımın en büyük nedeni doğru yönlendirilmem ve eğitim almamdır.


Sibel Can, Demet Akalın, Kenan Doğulu, Tarkan, Hande Yener, Hadise gibi pek çok ünlü isimle çalıştınız. Bu kadar ünlü ve başarılı isimle çalışmanın güzel yanları olduğu gibi, sizi zorlayan yanları da oldu mu? 
Hepsi birbirinden ünlü ve profesyonel sanatçılar ve hepsinin ayrı ayrı mizaçları var. Ama söz konusu müzik olunca tüm çalışmalar çok keyifli geçiyor. Zorluklar zaten iyi bir iş için olması gereken bir unsur. Önemli olan onları aşabilmek. İşte o zaman iyi bir netice alıyorsunuz.

Şu ana kadar çalışmaktan en çok keyif aldığınız ünlü isimler kimlerdir?
Öyle bir ayrım yapamam. Tüm sanatçı dostlarıma elimden gelenin en iyisini yapmak için mücadele veririm. Bir prodüksiyon yaparken ve üzerinde çalışırken genelde yalnız çalışırım. Bu sebeple okuma kayıtları dışında sanatçı dostlarımla çok fazla mesaim yoktur.


Konservatuar mezunu olarak, eğitimin önemini soracak olursak neler söylemek    istersiniz?
 Müzik, öğrenimi hiç bitmeyecek bir sanat dalıdır. Ne kadar bilgi sahibi olursanız  olun, hala öğrenecek bir şeyler vardır. Ben her gün bir şey öğreniyorum. Keyifli tarafı  da bu zaten, hiç bitmiyor. Klasik belki ama eğitim şart!


 Sanatçıların zaman zaman albümlerinde tarz değişikliği olabiliyor. Bir pop  sanatçısı, pop rock ya da rocka kayabiliyor.(Nilüfer) Bununla ilgili  


düşünceleriniz nelerdir?

Sonuçta yapılan şey yine müzik. O yüzden derim ki, tarz ne olursa olsun siz onu iyi bir şekilde sunuyorsanız, takdir görecektir. Aksi durumlarda bu bir kariyerin yok oluşuna da neden olabilir. İyi olan kazanır.

 Ödüllerinizden bahsedecek olursak şu   ana kadar almış olduğunuz ödüllerinizin   içerisinde sizi en çok heyecanlandıran hangisi oldu?
Hepsi aynı şekilde heyecanlandırdı. Hepsi çok özel. Daha anlamlı, ayrı tutacağım bir     ödülüm yok.

Sanat dünyasında olmasına rağmen çok göz önünde olmayan bir evliliğiniz var.     Bunu nasıl koruyorsunuz?
  Ben işini de evinde yapan birisi olarak zamanımın çoğunu evimde ailemle            geçiriyorum. Bununla alakalı olabilir. 

Aranjörlük dışında almış olduğunuz teklifler ve değerlendirmeyi düşündüğünüz   projeler var mı?
Eğer kasıt ettiğiniz müzik dışında başka bir   sanat dalıysa, almadım.


  Sizin için özel anlam taşıyan eşya ya da batıl inançlarınız var mıdır?
  Yoktur. Ama bana ait olan her şey çok değerlidir.

  Günlük hayatta neler yapmaktan hoşlanırsınız?
  Çalışmak, öğrenmek, müzik. Benim için günlük hayat bunlardan ibarettir.

 Sizce müziğin olmazsa olmaz kuralları var mıdır?
 Muhakkak vardır ama. Son derece de özgündür. Kuralları çiğnerseniz ceza    gelmez.

  Uzun yıllar sektörde olmanıza    rağmen, son yıllarda göz önünde  olmanızın sebebi nedir?
 Uzun zamandır müzik sektöründeydim  ama genelde sadece ismim bilinirdi.  Proje  albümleri ile tanınır oldum. Artık  kendi sahne performanslarım ve video  kliplerim var. Bu da tanınırlığımda büyük rol oynamaktadır.



RÖPORTAJ: DUYGU ERGOVAN

11 Şubat 2015 Çarşamba

TÜRK KAHVESİNİN HİKAYESİ

                      HİKAYESİ DE TADI DA BİR BAŞKA


    En güzel aile, dost sofralarına eşlik eden, uzun zamandır görmediğimiz kişilerle görüşme bahanemiz olan, kızlarımızı onun eşliğinde verdiğimiz, 40 yıl hatırı olan, fallarına umut bağladığımız ‘’Türk Kahvesi’, ilk olarak Türkler tarafından keşfedilen, kahve hazırlama ve pişirme metodunun adı. “Kahve” ve “kahvehane” sözcüklerinin birleşiminden oluşan kahvehane sözcüğüne Türk adının eklenmesi ile ifade ediliş biçimi. Özel bir tadı, köpüğü, kokusu,  pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır. Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür. Genel olarak su ve lokumla ikram edilir. 



   PEKİ NEDEN SU?

   Osmanlı zamanında eve misafir geldiğinde kahveyle birlikte su getirilirmiş. Misafir toksa kahveyi alırmış. Açsa suyu. Tabii o zaman hemen sofra kurulurmuş. Böylece çok ince bir nezaketle anlaşılırmış.





   KÖPÜKLÜ OLMASI ŞART

   Kız istemelerde de hepimizin bildiği, artık gelenek haline gelmiş olan genç kızın istemeye gelen aileye ‘’Türk Kahvesi’’ ikramıdır. Çünkü Türk kahvesinin köpüğünü tutturmak oldukça dikkat isteyen bir iştir. Aynı zamanda o kahveyi dağıtmak da "istemeye gelinen hanım kız" için eksi veya artı puan getirisidir. Genç kız kahveyi bol köpüklü yapmışsa, kahveyi dağıtmaya kayınpederinden başlamışsa bu hanım kızımızın efendi ve de becerikli olduğunun kanıtıdır.

    Genç kızlar damat adayına kahvesini ‘’tuzlu’’ ikram eder, artık bu da bir gelenek haline gelmiştir, eli mahkum damat adayı o kahveyi içmek zorundadır. Şimdilerde çok yaygın olan tuzlu kahve’nin eski adetlere göre bir anlamı olduğunu biliyor muydunuz? 


     EĞER KAHVE TUZLU İSE?

     Tatar, Özbek ve Afgan geleneğinde kız istemeye gelen öncelikle misafirdir ve olabildiğince iyi ağırlanır. Evlilikte kızın gönlü varsa ne ala, ama yoksa kahveye tuz konur. Tuzlu kahveyi içen damat bu aileye damat olamayacağını ilk ağızdan öğrenmiş olur, kızı kaçırmaya falan kalkmaz. Yani kahve "bu kahveyi ben yaptım. Sana varmaya niyetim yok, ailemin de bundan haberi var. Kahvenizi içip fazla uzatmadan gidin" cevabının en nazik tezahürüdür. 


   Tadıyla, verdiği mesajlarıyla, gelecekten haberleriyle, 40 yıl hatırı ile hepimizin vazgeçilmezidir, Türk Kahvesi. En güzel sohbetlerinize eşlik etmesi dileğiyle, bol köpüklü Türk kahveleriniz olsun, afiyet olsun.


DUYGU ERGOVAN


10 Şubat 2015 Salı

CENK TORUN RÖPORTAJ


CENK TORUN

“Benim karakterimin uygun olduğu iki mesleği ben buldum. Oyunculuk ve Restaurant işletmeciliği.”

Televizyon ekranlarından sonra sizi bu güzel restoran işletmecisi olarak gördük. Restoran işletmek nereden aklınıza geldi?

Öncelikle teşekkür ederim. Ben zaten Turizm ve Otelcilik mezunuyum oyunculukla birlikte iletmecilik de yaptım uzun süre fakat 2008’den beri işletmecilik hayatımda biraz daha ön plana geçti oyunculuğa ara vermek durumunda kaldım. Ama oyunculuğu da çok özledim saklamaya gerek yok.

Çılgın Bediş dışında oynamış olduğunuz başka projelerde oldu bunlardan biraz bahsedebilir misiniz?

İlk olarak Yıldız Tilbe'nin Delikanlım klibinde oynayarak oyunculuk kariyerime başlamış oldum. Kandemir Konduğun yazdığı Palavra Aşklar ilk dizimdi komedi olan proje çok uzun ömürlü olmadı. Ardından Number One TV’nin açıldığı dönemde TV programı yaptım. Sonrasında Çılgın Bediş serüveni başladı. Çılgın Bediş bittikten sonra Fatma Girik ve birçok değerli oyuncudan oluşan bir kadroyla Benim için ağlama isimli bir dizi çektik. Bu dizi sonrası vatani görevimi yapmak üzere askere gittim. Döndükten sonra Babamın ölümüyle bir süre daha uzak kaldım. Kendimi toparladıktan sonra Büyük Günahlar, Köpek, Melekler adası gibi dizilerde rol aldım. Hepimiz kardeşiz, Gözleri Ömre Bedel, Fadik intikam peşinde TV filmlerinde oynadım. Şarkı söylemek lazım isimli yarışmada da yarışmacı olarak yarıştım.   

İnsanlar sizi Çılgın Bediş’in yakışıklı aşkı Oktay olarak tanıyor ve hatırlıyor. Televizyon ile ilgili yeni projeleriniz var mı?

Eskisi kadar sık olmasa da arada birtakım proje teklifleri geliyor. Fakat ben bu kadar aradan sonra iyi bir proje ile izleyici karşına çıkmak istiyorum. Bu yüzden sabırla tamam bunda bende yer almak isterim diyebileceğim bir proje bekliyorum.

Çok başarılı bir oyuncusunuz. Sinema filmlerinde de sizi görmek isteriz daha önceden yapmış olduğunuz projeler var ama yakınlarda da bir sinema filmi projesi olacak mı?

Sinema projesi en son Özgür Özberk arkadaşımın çektiği filmde ona destek olmak amacıyla yer aldım. Yakınlarda da görüştüğüm birkaç film projesi var. Hayırlısı diyelim.

Sence sizin karakteriniz hangi mesleğe daha uygun? Meslekle karakterin uygun olması ne kadar önemli?

Benim karakterimin uygun olduğu iki mesleği ben buldum. Yiyecek içecek işini severek yapıyorum. Oyunculukta aynen öyle. Meslekle karakterin uygun olması çok önemli eğer uyuşmazlık varsa hem başarılı olamazsınız hem de mutsuz olursunuz. Ama maalesef ülkemizde herkes istediği karakterine uygun işi yapabilme şansını elde edemiyorlar. Farklı bir bölümden mezun olup çok daha başka bir iş ile ilgilenmek mecburiyetinde kalabiliyorlar. Bu durum gerçekten üzücü.

Bir röportajınızda Kurtlar Vadisi dizisinin teklifini geri çevirdiğiniz için üzüldüğünüzü okumuştum. Bunun sebebi nedir?

Evet mafya dizisi bu, tutmaz bu iş diye düşünerek görüşmeyi bile reddetmiştim. Sonrasında işi izleyince keşke dedim içimden 10 yıldır devam etmesi de cabası. 

Ünlüler camiasında arkadaşlıkların gerçek olmadığı söyleniyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ya evet bu hep söylenir. Fakat benim çok güzel dostlarım ve arkadaşlarım var. Birkaç çürük yüzünden genelleme yapmamak lazım bence.

Son olarak söylemek istediğiniz şeyler var mı?

Eski Yeşilçam oyuncularına sahip çıksınlar, iyi ve kaliteli projeleri seyretsinler ve desteklesinler, tiyatroya oyunlarına gitsinler. Spor yapsınlar. 

RÖPORTAJ: DUYGU ERGOVAN