26 Aralık 2019 Perşembe

YENİ YIL

2020




  Yeni yıl...yılın en sevdiğim zamanı,her yer ışıl ışıl,süslenmiş, kimi birbirini mutlu etmek için çabalıyor, hediyeler alıyor, e tabii indirimler de var :) süslenmiş çam ağaçları ve milli piyango bileti... yani umut. Benim için hatta çoğumuz için yeni bir yıl "umut" demek tertemiz hiç yaşanmamış sürprizlerle dolu bir yılın başlangıcı.


     Beni tanıyanlar iyi bilir, yeni yıl dönemi çekilen Noel filmlerine de bayılırım, hatta bu ara bayağı abartmış her akşam izlemiş bile olabilirim :) Nedense ruhuma iyi geliyor öyle filmler. Genelde her yer süslenmiş, bembeyaz kar yağmış,mutlu insanlar, barışan insanlar, kavuşan aşıklar... vb. Konular böyle. Keyifli bence, siz de kendinizi kötü hissediyorsanız bence bir tanesini seçip, izleyin derim. İnanın daha keyifli hissedeceksiniz.
   Bu akşam daha önceden de izlemiş olduğum bir filmi tekrar izledim. Sonunda söylenenlere hiç dikkat etmemişim. Bu akşam dikkatimi çekti ve sizinle o kısmı paylaşmak istedim.

   "Bazen dünyada kontrol edemediğimiz çok şey var gibi hissedersiniz: depremler,seller, realite programları. Önemli olan kontrol edebildiklerimizi hatırlamak. Bağışlama, ikinci şanslar, yeni başlangıçlar gibi, Çünkü dünyayı yalnız bir yerden çıkarıp güzel bir yer haline getiren tek şey... 'Sevgi'dir. Her şekilde sevgi. Sevgi, bize umut verir. Yeni yıl için umut." 


     Ne güzel anlatmış, yeni yıl benim için de eskide kalan kırgınlıkları geride bırakmak yepyeni bir yıl için umutla başlamak. Bembeyaz bir sayfayla.Umudunuzu hiç bir zaman kaybetmeyin, sevgiden ve iyi niyetten hiç ayrılmayın. Emin olun kazanan siz olacaksınız.

     2020 yılı hepimize sağlık,huzur, yettiği kadar para getirir umarım.:)

Sevgilerle;

Duygu Ergovan




Kaynak: "New Year's Eve"( Yılbaşı Gecesi) Filmi
     
     

23 Aralık 2019 Pazartesi

'' GESİ BAĞLARI'' ve HİKAYESİ

      

"Gesi Bağları" ve Hikayesi



      Ne kadar uzun zaman olmuş yazmayalı, hayat şartları, yaşanılanlar, zaman ayıramama derken yazmayı ihmal etmişim. Tabii bu durumda iş değişikliği yapmanın da etkisi var sanırım.Aslında her şey bahane,sırf zaman ayıramamak, aslında yazmanın bana ne kadar iyi geldiğini unutmuşum. Ve uzak kalarak hata etmişim neyse zararın neresinden dönersek kardır :) Şimdi gelelim konumuza.
      Geçen fark ettim ki ben araştırmayı yeni şeyler öğrenmeyi çok seviyorum ve defalarca severek dinlediğim ''Gesi Bağları'' türküsünün hikayesini çok merak ettim ve araştırdım. Bir site de çok güzel anlatmışlar. Ve işte hikayesi ve Gesi Bağları...

    

         Kayseri’nin Gesi köyünde yaşayan bir genç kız, evlilik çağına geldiğinde, onu istemeye gelenler uzak köyden bir aile olarak genç kıza talip olurlar. Genç kız ve genç erkek birbirlerini sever ve evlenir. Genç kız, uzak yere gelin gittiği için hüzünlenir. Gelin gittiği köyde, annesinden uzakta yaşamaya alışamaz. Eşinden ve ailesinden eziyetler görmeye başlar. Huzuru kaçar. Çocuğu olur. Çocuğuyla oyalanmak ister ama başaramaz. Annesinin hasreti içine dağlar.
Aylardır annesinden haber alamayarak, hüzünlü bir şekilde köyden dışarı çıkamayarak beklemek zorunda kalır. Bir gün, kendi köyünden haber gelir. Annesinin vefat ettiğini öğrenir. Çok üzülür, manevi olarak yıpranır.
Gesi köyünün, kaldığı köye kadar uzanan geniş ve güzel bağları arasında, Gesi Bağları türküsünü söyleyerek dertlenir ve ağıt yakar. Kavuşamamanın hüznünü yüreğinde hisseder.



Bundan yıllar önce, insanların yolculukları binek hayvanları ile uzun sürelerde yaptığı, elektriğin, telefonun, motorlu ulaşım araçlarının olmadığı devirlerde, insanlar için hayat günümüzdeki kadar kolay değildi. Teknolojinin getirdiği günümüz imkânlarının bir anda olmadığını düşünün… Günümüzde temel ihtiyaç olan çamaşır makinesi, buzdolabı, elektrikli süpürge, cep telefonunu bırakın telefon bile yok… Saatler hatta dakikalarla ifade edilen sürelerde gidilebilen yerlere gün ya da günler süren yolculukla türlü tehlikeleri göze alarak gidilebildiğini düşününün. Ne kadar zor değil mi? Özellikle genç nesiller için temel ihtiyaç olan ve kolaylıkla aileleri tarafından alınan cep telefonlarının olmadığını bile düşünmek en büyük işkencedir. İşte öykümüz hayatın teknoloji nimetlerinden yoksun olduğu ancak insan ilişkilerinin, toplumsal dayanışmanın yeterince önemli olduğu, bu dönemlerde geçiyor…
Geçmiş dönemlerde bir ailede kız çocuğu doğduğu zaman ona ölü gözüyle bakarlarmış. Zira o dönemlerde bu çocuk büyüdüğünde başka bir eve gelin gidecek ve belki ailesi ile bir daha hiç görüşemeyecek… Kendi evinde misafir, gelin gittiği evde ise yabancı olarak, dışarıdan gelen “gelin” olarak muamele görecek… Bir mecliste sessizlik oldu mu “kız doğmuş gibi neden sessizsiniz” denmesi ya da her tarafın ışıklandırıldığı bir ortamda “oğlan doğmuş gibi neden her taraf yanıyor” denmesi kız çocuğunun daha doğarken kaderinin ne olacağını gösterir gibidir.
Vaktiyle köyün birinde kaderi daha doğarken yazılan bir kız çocuğu dünyaya gelir. Kendisi için hiç de kolay olmayan bir dünyaya gözlerini açar. Genç kız olup evlenecek çağa geldiği zaman ise Gesili bir delikanlıya gönlünü kaptırır. Delikanlı da onu beğenir. İki gönül bir olunca büyükler yola düşer. Delikanlın ailesi Gesi ’den kalkıp kızın köyüne gider ve kızı isterler. Adetler töreler derken düğün günü gelir çatar. Bir yanda sılası bir yanda sevdiği… Yüreğe söz dinletmek zordur. O da dinletemez ve gönlünün açtığı yola seve seve koyulur ve düşer kocasının peşinden Gesi yollarına…
Gesiye girerken yollar ayrıldı
Bindim arabaya başım çevrildi
Selvi saçım sol yanıma devrildi
Ölüm olamasın ayrılık olsun
Bize sebep olan içten vurulsun
İlk günler, cicim ayları, elbette her evlilikte güzeldir. İlk zamanlar sevdiği yanında mutlu bir hayat sürmeye başlar. Yaşamak için yemek, yemek içinde para gerekli. Hayatın idamesi için çalışmak gerekli. Eğer ekip biçecek toprak da yoksa insan gurbete mahkûmdur. Sevdiği de evin erkeği, çalışmak zorunda… para kazanmak zorunda… Mecburen evinden ayrılıp çalışmaya gurbete gider. Elleri kınalı taze gelin, her ne kadar durumdan mutsuz olsa da, kaderine boyun eğer.
Gesi bağlarının gülleri mavi
Ayrıldım yârimden gülemem gayri
Alımı yeşilimi giyemem gayri
Yas tutsun ellerim kına yakamayayım
Kör olsun gözlerim sürme çekemeyeyim
Ayrılığın ilk günlerinde yaşama hevesini canlı tutan yar mektupları gelin kıza taze kan olur.. Ancak gel zaman git zaman sevdiğinden gelen iki satır mektuplarında ardı kesilmeye başlar.
Gesi bağlarında has nane biter
Bana bir hal oldu ölümden beter
Sevdiğimin ettiği canıma yeter
Yaz yaz mektubu postaya bırak
Varamam yanına yollar uzak
Sevdiğinin yadigârı çocuk da dünyaya gelince hayat evli, çocuklu ve yalnız bir kadın için tüm zorluklarını göstermeye başlar…
El kadar anlımda türlü türlü yazım var
Evvel başımdı şimdi körpe kuzum var
Bir rivayete göre kocası gurbette vefat eder, bir başka rivayete göre de başka bir kadınla evlenip hayatına orada devam eder. (Türkünün özgün metninde buna dair bir ibare bulunmamaktadır.)
Kocasından haber alınamayınca, kocasının ailesi ile yaşamaya da mecbur kalır. Çünkü köyüne gidemez artık, kız çocuğu evine geri ancak kefeniyle dönebilir… Bir de çocuk var.. ya çocuktan ayrılık ya da her türlü cefaya katlanmak… Hani dedik ya kadın kendi evinde misafir, gelin gittiği evde de sonradan gelen yabancı olarak hayatını sürdürmeye devam eder diye. Ancak bu yabancı olma halini kocasının ailesi de fazlasıyla hissettirir. Bir yandan kayınvalidesi, diğer yandan kayınbabası ona hayatı zindan ederler. Ancak o tüm olan bitenleri alın yazısı olarak nitelendirir...
Gesi bağlarında gülünen çayır
Ana ben ölüyorum başını çevir
Kaynatam imansız güveyin gâvur
Ne diyeyim ağlayayım alın yazısı
Kader böyle imiş onmaz bazısı.     
   Daha sonra ona ne oldu bilinmiyor ancak feryadını tüm insanlığa miras bıraktığı türkü ile dillendirmeyi başarmıştır. Anadolu insanı bu türküyü ondan almış, onu ve türküsünü bağrına basmış, ölümsüzleştirmiş. İşte o türkünün sözleri ;


Gesi bağlarından dolanıyorum
Yitirdim yarimi amman aranıyorum
Yitirdim yarimi amman aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum
Gel otur yanıma hallarımı söyleyim
Halımdan bilmiyor ben o yari neyleyim
Gesi bağlarında üç top gülüm var
Hey Allahtan korkmaz sana da bana ölüm var
Ölüm var sa bu dünyada zulüm var
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime.



 Bu türkü benim için hep bambaşka olmuş, beni dinlerken hep hüzünlendirmiştir. Şimdi hikayesiyle daha da bambaşka bir hal aldı. Hadi siz de önce hikayesini okuyup, sonra arkanıza yaslanıp öyle dinleyin bu türküyü.  Ne dersiniz? :) 



Sevgiler
Duygu Ergovan




Kaynak: Gesi Bağları türküsünün hikayesi ve sözleri.
                https://www.egitimsistem.com/








        

20 Şubat 2017 Pazartesi

ŞIMARTILMAK GÜZELDİR

    Uykusuz kaldığım bir gece kafamdaki sorunları düşündüm, hayata dair düşündüm, düşündükçe bir şeyi farkettim. Mutsuzluk, huzursuzluk vardı üstümde, herşeyi en olumsuz şekliyle düşünüyordum. Belki saçma gelecek ama ben çok uzun zamandır kendimi mutlu edecek bir şey yapmamıştım ya da birisi benim için yapmamıştı. Yani özetle " şımartılmamıştım".
     Sanırım biraz da olsa, ufacık bir şey ile bile şımartılmak istiyorum. Belki bu yazıyı okuyan kişiler bu isteğimi bencillik olarak görebilir ne bilim başka türlü düşünebilir fakat bu istek aslında hepimizin istediği, ihtiyaç duyduğumuz sıradan bir şey. Ve benim de buara buna ihtiyacım var sanırım. Ufacık basit bi çiçek ya da ufacık bir çikolata...vs. İlla pahali şeyler gerekmez karşınızdakini mutlu etmek için. 

     Her kadın ne kadar olgunlaşsa da aslında bir tarafı hep çocuktur. Anne,baba, kardeş, eş ya da sevgili tarafından şımartılmak ihtiyaç duyduğu histir her zaman. Bunun aksini söylesek de  hatta göstersek de bu böyledir. Ama nedense büyük, olgun taraf olmak hatta "anne" kimliğine bürünmek de işimize gelir hatta henüz anne olmasak bile. Özellikle sevdiğimiz adamların bizi böyle bilmesini isteriz,evet saçma belki bu genel anlamda böyle. Aslinda her zaman korunmaya muhtaç çocuklar gibiyiz ve onlar gibi sımartılmaya, sürprizlere ihtiyacımız vardır. Nedense bunu karşımızdaki insanın anlamasını bekleriz. Sizce de oyle değil mi sevgili hemcinslerim? 😊
       Siz sevgili erkekler arada şımartın biz kadınları. Ufacık bir şey yeter hatta belki durduk yere söylenen güzel bir söz bile. Çünkü sizin attığınız bu ufacık adım kadın tarafından on adım olarak geri dönecektir emin olun. 
       Bu durum tersi için de geçerli tabii ki kadın da sevdiği erkeği mutlu etmeli, şımartmalıdır. Insan genel anlamda sevdiğine güzellikler yapmalıdır zaten işin özeti bu. Doğamız gereği belki biz kadınlar daha çok ihtiyaç duyarız ya da bekleriz belki o kadar.
        
     Sonuç olarak birbirinizi mutlu etmek ağır gelmemeli, sevdiğini mutlu görmek kadar güzel bir şey yok bence.
   

Mutlu kalmanız dileği ile...



7 Ocak 2016 Perşembe

Bir Avuç "MUTLULUK"

    
    Dünyada yaşayan 6 milyar insan 6 milyar farklı ruh... Herkesin farklı bir hikayesi, farklı yaşam tarzı, hayata farklı bir bakış açısı var. Herkes şu an mutlu mu? Tabii ki de böyle bir şey mümkün değil. Mutluluk, herkese göre değişen bir şey bence. Kimi ufacık şeyden mutlu olur, kimi pahalı şeylerle, kimi bir kişinin varlığıyla, kimi hobileriyle. Elbette hepimizin sorunları da var, ama hayat mutlu olabileceğimiz mutlaka bir şey sunar bize.
      Kahraman Tazeoğlu demiş ki: "Mutlu olmak her şeye sahip olmak değil, sahip olduğun kadarını her şey yapabilmektir. Ne kadar doğru bir söz, şükretmeyi bilmek,öğrenmek gerek. Mutlaka hepimiz sürekli mutsuz olduğumuzu düşündüğümüz bir dönem geçirmişizdir. Her şeyin sanki ters gittiği,hiç bir şeyin zevk vermediğini düşündüğümüz bir dönem. İşte ben de bir kaç gün önce öyle bir ruh halindeydim. Ve inanın boşlukta iseniz böyle bir ruh haline bürünüyorsunuz. Dünyamız, düşüncelerimiz hatta belki konuştuğumuz dil bile farklı ama ruh hali aynı olabiliyor, inanın. Bu boşluk döneminde biz kadınlar daha da çabuk ruhsal çöküntüye girebiliyoruz. Herkesten, herşeyden boğulduğumu düşünüyordum, sanki bu hayatta benden başka herkes mutlu bir tek benim sorunlarım var ve bir ben hayattan zevk alamıyorum. Halbuki ne kadar yanlış değil mi?  

   İnsanız işte ruh halimiz asla birbirine uymuyor, kendimi eve kapattım, ağladım, kimseyi görmek istemedim,mutsuz hissettikçe daha da hiç bir şey yapmaz oldum.  Sonra bir gün düşündüm,böyle ağlayıp, kendini eve kapatıp hayatı zindan ettikçe ne düzeliyor? Cevap basit, hiç bir şey. Kendine daha çok zarar vermekten ve kendini mutsuzluğa itmekten başka hiç bir işe yaramıyor. " Kalk" dedim kendime önce şükret ve sonra kendini mutlu edecek bir şeyler yap. Ne olursa ama. 

      Kalktım, giyindim, dışarı attım kendimi. Yürürken çiçek satan bir amca gördüm, gülleri çok seviyordum. İlla birinin almasını beklemek zorunda mıydım? Hayır tabii ki ve kendime tek bir gül aldım. Belki saçma, belki komik ama o an ben mutlu oldum mu? Gerisi mühim değil. Başkaları ne düşünür diye yaşamaktan, hayatı ve mutluluğu kaçıyoruz. Bu dünyaya bir kere geldik, o an ne mutlu ediyorsa seni onu yapmak gerekir.

     Ve anladım ki insan kendi kendini mutlu edebiliyormuş. "Ben mutsuzum, her şey çok kötü, kimse beni anlamıyor"  vs. gibi cümlelere sığınıp, karalar bağlayarak hiç bir şey çözülmüyormuş. Hep diyorum ya insanız asla bir anımız diğerini tutmaz tabii ki, ama bu durumu çok net yaşayan biri olarak söyleyebilirim ki"ölümden" başka her şeyin çaresi var, inanın. Ufacık şeylerle bile mutlu olabilirsiniz, şikayet etmek yerine çözüm arayın yeter ki. 
   Ve bencillik derecesinde olmadığı sürece önce kendinizi utlu edin, siz mutlu olmazsanız başkalarına faydasız da olmaz. 

    Son olarak bu yazımı okuyan sevgili okurum, bugün kendin için bir şey yap, hiç bir şey aklına gelmiyorsa, sana tavsiye, Pharrell Williams- Happy şarkısını aç dinle, hatta mümkünse dans et. Gerçekten iyi geliyor, hayat karalar bağlamak için çok kısa çünkü.


   Sevgiyle ve mutlulukla kalmanız dileği ile,
    DUYGU ERGOVAN 

4 Ekim 2015 Pazar

KANLI KONTES'İN HİKAYESİ

ELİZABETH BATHORY

         Biz kadınların istediğini alamadığında neler yapabileceğini siz beyler tahmin bile edemezsiniz. Belki hepimiz bu kadar azimli, kararlı değiliz ama çoğumuz inanın böyledir. Bu yüzden "kadınlar ile başa çıkmak zor" der belki de erkekler. Haksız da sayılmazlar. :) 
      Bir gün bir arkadaşım bana "kadınların hepsinin içinde şeytan vardır, kimi kullanır, kimi kullanmaz. Ama hepsinin içinde şeytan yatar." demişti. Haksız değil sanırım, burayı yoruma açık bırakıyorum. Hatta ben de bir karikatürde görmüştüm, şeytan kadını görüp, üstat hoşgeldin, diyordu. :) Bunlar işin esprisi tabii insan istediği şey için savaşmalı evet, ama bunu kötülükle ve birine zarar vererek yapmamalı asla.

   Hepimiz biliyoruz ki kadınların tatlı rekabetleri dışında, istediğini alamadığında ne kadar kötü olabileceğine dair maalesef ciddi şekilde kötü örnekler mevcut tarihte. Sanırım bunlardan en iyi bildiğimiz de "Hürrem Sultan" idi. Koskoca padişah Kanuni Sultan Süleyman'ı nasıl parmağında oynattığına dair her şeyi hepimiz tarihte okuduk.Yine böyle istediğini alamadığında bambaşka bir insana dönüşmüş olan bir kadının hikayesini yazacağım size, gerçekten hikayesi hem tüyler ürpertici, hem ilgi çekici. Ve o kadın "Elizabeth Bathory". 



     Macaristan Krallığı’nın en ünlü soylu ailelerinden biri olan Bathory ailesinden gelen Kontes Elizabeth Bathory, tarihin en kötü şöhretli kadınları listesinde kuşkusuz ilk sıralarda yer alıyor. Bathory, 54 yıllık yaşamı boyunca işlediği korkunç cinayetler nedeniyle de dünyanın en ünlü kadın seri katili unvanını taşıyor. 15 yaşındayken evlendirildiği kocası Ferenc Nádasdy’nin ölümünden sonra suç ortağı hizmetçileriyle birlikte yüzlerce (söylentiye göre 650) genç kızın işkence edilerek öldürülmesinden sorumlu tutulan Bathory, ömrünün kalan 4 yılını kendi şatosu olan Csejte’de küçük bir odaya hapsolmuş bir şekilde geçirdi. Cinayetleri bizzat işlettiği yardımcıları korkunç cezalar alırken Bathory bir soylu olduğu için ne yargı önüne çıkartılmış ne de söz konusu suçlardan hüküm giymiştir. Öte yandan Csejte şatosunda kapısı tuğlalara örülen bir odada unutulmaya terk edilen kontesin adını anmak bile yasaklanmıştır. Bathory’nin gençliğini koruyabilmek amacıyla bakire kızların kanlarıyla banyo yaptığı söylentileri onun uzak bir akrabası sayılabilecek Wallachia prensi Vlad Tepeş gibi bir vampir olduğuna inanılmasına yol açmıştır.
       Macarca ismiyle Erzsébeth Báthory, 1560 yılında doğdu ve çocukluğunu Ecsed şatosunda geçirdi. Macaristan’ın Osmanlılar ve Avusturyalılarla gerçekleştirdiği savaşların yaşandığı bu dönemde Bathory Latince, Almanca ve Yunanca dillerini iyi derecede bilen bir Protestan genç kız olarak yetiştirilmişti. Acımasızlığıyla şöhret kazanan kuzeni Transilvanya prensi Stephen gibi Elizabeth de çocukluğundan itibaren ani öfke nöbetleri geçirmekteydi. Araştırmacılar bunun aileden gelen genetik bir bozukluk olduğuna ve Bathory’nin epilepsi hastası olma ihtimaline inanıyor. Günümüzdeki tarih uzmanları ve psikiyatrlar Bathory’nin aynı zamanda cinsel kimlik bozukluğuna da sahip olduğunu belirtiyorlar. Henüz 14 yaşındayken hamile kalan Elizabeth, söylenene göre kadın ya da erkek istediği herkesle birlikte olabilmekteydi. Öte yandan Bathory’nin kimi akrabalarının da sicili pek parlak değildi. Halasının lezbiyen bir cadı, amcasının şeytana tapan bir simyacı ve erkek kardeşinin ise birlikte yalnız kalınmaktan korkulan bir cinsi sapık olarak tanınması Bathory’nin çevresinde öyküneceği yeterince kötü örnek olduğunu gösteriyor. Öte yandan çocukluğundan beri Elizabeth’le ilgilenen bakıcısının da kara büyüyle uğraşan ve ayinlerinde küçük çocukları kurban etmekten çekinmeyen biri olduğunu da eklersek Bathory’nin bu durumda bir seri katile dönüşmemesi neredeyse imkansızdı. Elizabeth, evlendikten sonra kocasının evlilik hediyesi olan Csejte şatosuna yerleşti. Şato etrafındaki birbirine bitişik 17 köy ve tarım arazileriyle çevriliydi ve Küçük Karpat dağlarının kayalıkları üzerinde yükseliyordu. Kocasının sürekli savaşta ve evden uzakta oluşu Bathory’i ticari ve politik konularla ilgilenmek zorunda bırakmıştı. Tarihçilere göre Bathory bu konuda da oldukça başarılıydı. Öte yandan Bathory güzelliğiyle övünmek, aynalar karşısında zaman geçirmek ve günde neredeyse beş defa kıyafet değiştirmekten de geri kalmıyordu. Bathory’nin babasından ve kocasından öğrendiği acımasızlığı sarayındaki hizmetçilere göstermesi ise en sıradan uğraşıydı. Yaşlanmaya başladığını düşündüğü andan itibaren cildini yenileyebilmek için kendini farklı büyülerle uğraşmaya verdiği de biliniyor.
Öte yandan Bathory’nin bölgedeki savaşta çaresiz kadınların koruyuculuğunu üstelendiği söylentileri de var. Örneğin Bathory, kocası Osmanlıların eline esir düşen bir kadın ya da kızı tecavüze uğrayıp hamile bırakılan bir kadın için politik hünerlerini sergilemekten çekinmemişti. Diğer yandan şatosunun bir bölümünde istemeden hamile kadınların çocuklarının düşürüldüğü de biliniyor. Bathory bunları kuşkusuz daha fazla genç kızı öldürebilmek için yaptığı düşünülüyor. Önceleri sadece köylü kızlarını katlederken kocasının ölümünden sonra artan kan arzusu bu seri katilin soyluların kızlarına da göz dikmesini sağlıyor. Böylece görgü ve terbiye öğrenmeleri için sarayına kabul ettiği kızların tamamı sırra kadem basıyor. Öte yandan bölgedeki kız kaçırma olayları da artıyor. Saray çevresindeki dedikodular ayyuka çıktığında kralın emriyle görevlendirilen György Thurzó şatoya incelemeye geliyor ve yaklaşık 300 kişilik bir tanık ordusu dinlendikten sonra korkunç gerçekle yüzleşiyor. Kralın Bathroy’nin kocasına olan borcu nedeniyle eyleme geçtiği ve böylece Bathory’den kurtulmak istediği de bir başka korkunç gerçekti. Bugüne dek Elizabeth’in suçsuzluğunu savunanlar krallık tarafından gerçekleştirilen bir komploya kurban gittiği ve bir Protestan olmanın cezasını çektiğini öne sürüyor. Elizabeth Bathory, özellikle kocasının ölümünün ardından işkence yöntemlerini giderek artırmıştı. Psikologlar Bathory’nin yaşlandıkça artan akıl hastalığının bu dönemde iyice kötüleştiğini iddia ediyorlar. . Bathory, bir seri katil olarak çok da becerikli sayılmazdı, bir asil olmasının avantajlarını sonuna kadar kullanmış fakat işlediği cinayetlerin üzerini örtmek konusunda da yeterince titiz davranmamıştır. Tüm bu imtiyaz ona sadece mahkeme aşamasında yaramıştır, yargılanmadan doğruca kendi şatosunda müebbet hapse konulmuştur. Öte yandan kralın Bathory'e borcunu ödemesine gerek kalmadığı hükmüne de varılmıştır.
Bathory, Csejte şatosunda ölü bulunduğunda odasında el sürülmemiş pek çok kap yemek bulunuyordu, bu nedenle tam ölüm tarihi bilinemiyor. Önce Csejte kilisesinin bahçesine gömülen cesedi Csejte’li köylülerin ayaklanması sonucu Ecsed’deki Bathory aile kabristanına defnedilmek üzere buradan taşınmıştır. Kontes Bathory denince aklımıza gelen kan banyosunun bu efsaneye sonradan eklendiğini de belirtelim. Bathory aleyhine ifade veren tanıklardan hiçbiri bir kan banyosundan söz etmediği ve bunun sadece Transilvanya vampir inanışıyla alakalı olarak uydurulmuş olduğu bilinmektedir.  
           Bathory’nin hikayesinden esinlenilerek "KANLI KONTES" filmi yapılmıştır. 2008 yılında seyirciyle buluşan filmin başrollerini ,n,,, paylaşmış ve seyirciden tam not almıştır.

      Ayrıca Elizabeth Bathory'nin figürleri yapılmış ve şuan günümüzde nadir bulunan parçalar arasındadır. Koleksiyoncuların favori parçaları arasındadır, bu figür. 

    Bu hikaye bütün hemcinslerime ibret olsun, kötülük yapan kötülük bulur... Biz kadınlar istediklerimizi alamadığımızda bazen çirkinleşebiliyoruz ama bu hikayede anlatılan kadın kadar asla olmayın sevgili hemcinslerim. Bu hikaye hem ibret verici hem ilgi çekici olduğu için yazmak istedim. Kimse bu kadar cani olmamalı ne kadın ne erkek... Evet istediğiniz şey için savaşın ama vahşeti ve birine zarar vermeyi asla seçmeyin.
                                              Sevgilerimle 
                                         DUYGU ERGOVAN
KAYNAKLAR: Vikipedi, Sinemalar.com. 

11 Eylül 2015 Cuma

"HİKAYESİNİ TAHMİN ETME" OYUNU



   Çocukluğumdan beri canım sıkkın olup, işler kötü gittiğinde olayları kafama takıp, büyütme huyum çok vardır. Bir de tek başıma kaldıysam düşünür, düşünür, düşünür... Kafam patlayana kadar düşünür, hayatı kendime zehir ederim. Sanki dünyada herkes mutlu bir tek ben mutsuzum bir tek benim problemim varmış gibi. 

    Baktım bu huyumdan vazgeçemedim ve o an olan olaya da çözüm bulamıyorsam, fazla düşünüp, hayatı kendime zehir etmektense ben de kendime bir oyun geliştirdim. "Acaba onun hayatı nasıl?" oyunu. 

    "Başkaların hayatlarını düşünmek"  üzerine kurduğum bu oyun. Başka insanların şu an ne yaptığıyla ilgili, önce hayatımdaki insanları düşünürdüm " O, şuan ne yapıyor acaba?"  
uyuyor mu? biriyle mi beraber? kavga mı ediyor? geziyor mu? mutsuz mu? mutlu mu?....
Evde tek başıma olunca bunları düşünüp, hayal edip biraz olsun kendi derdimden uzaklaşırdım. 

     Evde olmadığım zamanlarda ise yolda, otobüste o an her nerede isem, herkesin hikayesini merak eder, tahmin etmeye çalışırdım. Bu oyun daha zevkli gelirdi bana, hiç tanımadığım kişilerin hikayelerini tahmin etmek... " Bu kişi çok yorgun gözüküyor, şu kadın bence şuan çok mutlu, şu teyzeye bak kim bilir neler yaşadı..."  böylece aklımdaki bütün sıkıntıları unuturdum. Başka insanlara, olaylara kendimi vererek, düşünerek, tahmin etmeye çalışarak....

    Sanırım bu oyun, bana sıkıntılarımı bir nebze olsun unutturup, fazla düşünüp,abartmamayı öğretti. Ama her zaman o kadar kolay değil tabi, aslında sıkıntılardan kaçmak da pek doğru da değil ya neyse. Arada kaçmak iyi gelir insana :) 

   Ben yine de herkesin hikayesini merak edeceğim, sahi senin hikayen ne? :) 

15 Mayıs 2015 Cuma

ÖLMEDEN ÖNCE KENDİN İÇİN BİR ŞEYLER YAP!

   
   Ölüm, bizi ne zaman bulacak, hangi anımızda yakalayacak kim bilir? Bir dakika sonramızın garantisi var mı sizce?

    Bir gün durup düşünürken bir şey fark ettim. Aslında hayatta yapmak istediğim o kadar çok şey var ki... Evet tabi ki de çok fazla şey de yaptım, kendimi mutlu edecek, ama farklı sadece bana ait olan, kendimi şımartmak istediğim bir dünya şey. 

  Bir kaç kişiden duyduğum "Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi" önceden bana çok tuhaf gelirdi. Belki de saçma bulurdum. Yaşım ilerlediği için midir? ya da yapmak istediğim çok şey olduğunu fark ettiğimden midir? bilmiyorum ama böyle bir listeye hepimizin sahip olması gerekir bence. Ve listemizde yazan her şeyi yapmak için çabalamak gerekir, kesinlikle.

    Hayat kısa inanın çok kısa. Hiç birimizin garantisi yok, bir saniyemiz bile çok değerli bence. O yüzden hayat sadece şikayet ederek, yapamadıklarımızdan ya da olumsuz giden şeylerden yakınarak geçirmek için çok kısa.

   Sıkıntılar, hayal kırıklıkları, sorunlar, çözülmeyen şeyler... vb. daha bir sürü şey illa ki olacaktır, bunlar da hayatın bir parçası değil mi? Ama bunlara odaklanıp, sadece şikayet edip, hayatı durdurmakta kendinize haksızlık bence. Çözmek için çaba göstermek,sorunlarınla yüzleşmek bunlarda olması gerekenler, tabi ki de savaşmak gerek ama bir şey de olmuyor ise onun için karalar bağlayıp, "hayatı durdurmak" işte yanlış olan bu. 

   Sizce de bir yerden başlamak gerekmez mi? Sıkıntılar, sorunlar her zaman olacaktır. Sen elinden geleni yaptıktan sonra, bugünü yaşamaya başlarsan ve en önemlisi kendini şımartmayı bilirsen hayatın tadına varmaya başlayacaksın demektir. 

   Ben listemi hazırlamaya başladım bile, hiç bir şey için geç değildir. Önce listeyi yaparak bir başlangıç sonra da listedekileri yapmak, onlar için gayret göstermek ayrı bir güzellik olacak bence. Kısacası ben " Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi" hazırladım kendime. Ve şimdi onları gerçekleştirmek için çabalama sırası. Peki ya sen? Neler var listede?  Yoksa hala hayatını durdurup bekleyenlerden misin? Karar senin, seçim senin... Ama bence hadi gel bir yerden başla... :)

DUYGU ERGOVAN